--Aydınlardan Uyarı: Ergenekon Karartılmasın, Derinleştirilsin--(2008)
Öğretim üyeleri, hukukçular, sivil toplum kuruluşu yöneticileri ile yazar, sanatçı ve gazetecilerin aralarında bulunduğu 300 aydın Ergenekon Davası soruşturmasının karartılmamasını aksine derinleştirilmesini istedi. Aydınlar tüm devlet kurumlarının işbirliği yapması gerektiğini dile getirdi.
68’i profesör 100 akademisyen, 14 baro başkanı, hukukçular, sivil toplum kuruluşu yöneticileri, insan hakları kuruluşlarının eski ve yeni başkanları, sanatçı, yazar, medya mensubu 300 aydın dün bir bildiri yayımladı.
Ergenekon soruşturmasının bütün boyutları ve uzantılarıyla ele alınması gereğine işaret edilen metinde, davanın arkasına güçlü bir siyasi irade konmasının önemine işaret edilirken, silahlı kuvvetler başta olmak üzere bütün devlet kurumlarının ellerindeki bilgi ve belgeleri konunun aydınlığa kavuşturulması yönünde değerlendirecekleri umudu dile getirildi.
Davayı, demokrasi güçlerinin önünde bir fırsat olarak değerlendiren imzacılar konunun takipçisi olacaklarını da bildirdi.
“Ergenekon karartılmasın, derinleştirilsin” talebini içeren metne, ilk 300 imzanın ardından çok sayıda imza gelmekte olduğu, imza kampanyasının da süreceği belirtildi.
Bildirinin tam metni ve imzacıların listesi şöyle:
Yıllardır gözlerimizin önünde cereyan eden faili meçhul cinayetlerin, siyasi suikastlerin, devletin içine yuvalanmış çetelerin, halkı birbirine düşürmeyi amaçlayan hain provokasyonların, açık ya da örtülü darbelerin ülkemiz üzerine yaydığı karanlığın bir ucundan da olsa delinmesi olanağı Ergenekon davası ile Türkiye demokrasi güçlerinin önüne çıkmış bulunuyor.
Eleştirilebilecek yanlarına, eksikliklerine ve bazı tartışmalı kurgulamalarına rağmen Ergenekon İddianamesi özünde çok önemli suç iddiaları ve belgeleri içermektedir. Bu suçlar bütün derin bağlantılarıyla ortaya çıkarılabildiği takdirde, temiz toplum olma yolunda Susurluk’ta, Şemdinli’de elimizden kaçırdığımız fırsatı yakalama olanağı doğabilir. Yıllardır apaçık bildiğimiz olayların ve bu olayların ardındaki mihrakların aydınlatılarak adalet önünde hesap vermelerinden kazançlı çıkacak olan ne günün siyasi iktidarı, ne de şu veya bu siyasal çevredir. Kazanan biz yurttaşlar, demokrasimiz ve geleceğimiz olacaktır.
Ergenekon İddianamesi ahtapotun kollarından birini yakalamıştır. Ancak, diğer kollara ve gövdeye ulaşmakta kendini sınırlamış kaygısı uyandırmaktadır. Bu kaygı giderilmelidir. Örneğin askeri yargı, savcılığın gönderdiği belge ve bilgileri dikkate alarak yargılama sürecini işlettiği ve gereğini yerine getirdiği takdirde, Türkiye’yi kuşatan ve giderek derinleşen karanlığın aydınlanmasında önemli bir adım daha atılmış olacaktır. Ergenekon davasının, her türlü uzlaşmanın ötesinde toplumsal ve siyasal ufkumuzun aydınlanması davası haline gelebilmesi için siyasi irade şimdi her zamankinden daha gereklidir. Asker-sivil bütün kurum ve kuruluşlar da davanın karartılmaması ve mutlaka derinleştirilmesi için aynı kararlılığı göstermelidir.
Bu davanın hayati önemine inanan bizler, hukuki / adli sürecin kamu vicdanını her yönden rahatlatacak şekilde, yargı bağımsızlığı çerçevesinde, adil ve titiz yargılama ilkelerine sonuna kadar uyularak sürdürülmesini diliyoruz. Türkiye demokrasi güçlerinin, karşılarında bir siyasal kanadın değil devlet içine yuvalanmış çetelerin ve darbeci zihniyetin bulunduğunun bilinciyle Ergenekon davasının derinleşmesi ve öze varması için ortak mücadele vermeleri gereğine inanıyoruz. Demokratik, özgür, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına dayalı bir ülkede yaşamak isteyen tüm yurttaşları, aklının ve vicdanının sesini dinleyerek davanın takipçisi olmaya çağırıyoruz.
**İlber Ortaylı hem ABD'de de hem Türkiye'de birkaç görüşmemiz oldu...Fırsat Buldukça Görüşüyorduk.
-Didem Arslan: Sizi hiç çağırdı mı bu örgüt?
-İlber Ortaylı: Çağırmaya lüzum yok ben kendim gidip bakarım her şeye...Gider gelir herkes oraya
-Didem Arslan: Gittiniz mi peki siz? Gülen! ile sohbetiniz oldu mu?
-İlber Ortaylı:......Gittim tanıyorum hepsini, ben görmedi değilim. Niye anlatayım ne lüzumu var...
-----------------------------------------
-Fetöcü: ABD'e Gülen! ile bir görüşmeniz oldu...
-İlber Ortaylı: ilk defa olmuyor,....istanbulda da görüştüm bir kaç kere, hep görüşüyorum.
-Fetöcü: Amerika'da ilk görüşmeniz mi oldu?
-İlber Ortaylı: Hayır efendim. Fırsat buldukça o(gülen!) fırsat buldukça görüşürüz yani. Çok sorar bana o bende kendilerini sorarım....Ben de gülene okulları sorarım nasıl gidiyor...1-1,5 saat görüştük, hep ama öyle görüşüyoruz.....
-Fetöcü: ...Gülenin en çok hangi yönlerinden etkilendiniz?
-İlber Ortaylı: Her zaman için söylerim inanıyor, sakin, belirli konularda hassas.....Sakin biri...Bu çok önemli birşey Bir cemaat liderinin, başkanının, öğretmenin her şeyden evvel sakin olması lazım, sabırlı olması lazım, sorulara açık olması lazım ve sarih cevap vermesi lazım. GeriSi ilgilendirmez kimseyi..
FETÖ'nün Genelkurmay'a İlk Ziyareti - 1995 Yılı
AJDA PEKKAN DÜET 11.Türkçe Olimpiyatı
-"Bu akşam çok mutluyum. Bütün çocukların Türkçe konuştuğunu görmek beni mutlu ediyor. Ben onların mutluğunu paylaşmak için buraya geldim." dedi.
-Gala gecesinde ortaya konulan performans sonrasında kendisini rüyada gibi zannetiğini ifade eden Süper Star, "Ben şimdiye kadar Türkçe Olimpiyatları'nı hiç seyretmemiştim. Çarşamba günü galada olanları görünce 'rüyadayım' sandım O kadar çok güzeldiler ki şimdiye kadar bu güzellikleri seyretmemiştim. İnşallah bundan sonraki yıllarda izleyip daha rahat mukayese edeceğim." şeklinde konuştu.
Fetullah Gülen’i Bıraktırmak için Önce Deniz Kuvvetleri Komutanı Arıyor
--FETÖ İÇİN GENEL KURMAYDAN AÇILAN TELEFON--
12 Eylül’den sonra yakalanan Fetullah Gülen’in serbest bırakılması için Genelkurmay Başkanı aradı ve serbest bırakıldı” dedi. Bunun üzerine biz de Pekin’i aradık ve bu konunun detaylarını sorduk.
“Fetullah Gülen’i bıraktırmak için önce Deniz Kuvvetleri Komutanı arıyor sonra Kara Kuvvetleri Komutanı telefon ediyor. En son Kenan Paşa’nın telefonundan sonra serbest bırakılıyor.”
Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin’in Fethullah Gülen ve Mehmet Şevket Eygi’nin 1959’da Özel Harp Dairesi içinde görevlendirildiğini öne sürmesi tartışma yarattı.
Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin’in Fethullah Gülen ve Mehmet Şevket Eygi’nin 1959’da Özel Harp Dairesi içinde görevlendirildiğini öne sürmesi tartışma yarattı.
Milliyet gazetesi yazarı Tunca Bengin, İsmail Hakkı Pekin’in bir TV programında yaptığı açıklamaları bugünkü köşesine taşıdı.
Tunca Bengin, “FETÖ’cülerin yargıya, askere, polise, üniversiteye, bürokrasiye kısaca devlete nasıl sızdıkları artık sır değil. Bunun 1950-1960’lı yıllardan başladığı ve uzun yıllar Fetullah Gülen’in nasıl korunup kollandığı da... Örneğin Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin geçenlerde bir televizyondaki tartışma programında ‘Fetullah Gülen, Mehmet Şevket Eygi gibi isimler 1959’da Özel Harp Dairesi içinde görevlendirildi. Görevleri, Yeşil Kuşak projesi çerçevesinde komünizmle mücadele faaliyetleriydi. 12 Eylül’den sonra yakalanan Fetullah Gülen’in serbest bırakılması için Genelkurmay Başkanı aradı ve serbest bırakıldı’ dedi.”
“Bunun üzerine biz de Pekin’i aradık ve bu konunun detaylarını sorduk. Tabii öncelikle de Fetullah Gülen’in Özel Harp Dairesi elemanlığını... Yanıtı şuydu” diyen Tunca Bengin yazısını şöyle sürdürdü:
“Bu adamlar kanaat önderleri olduğu için ister istemez böyle bir teşkilat gözardı edemez bunları. Mutlaka içine alması lazım. Önemli olan teşkilatlanan bu kişilerin kontrolü. Yani devletin bunları kontrol etmesi gerekiyor. Çünkü bu güçlendikten sonra yavaş yavaş ABD’nin kontrolüne geçmiş bir adam. Tabii ABD istihbaratı da böylesine önemli bir örgütü bırakmak istemez.’
Fetullah Gülen Özel Harp Dairesi’nin adamıydı yani?
Evet. Özel Harp Dairesi’ne bağlı Seferberlik Tetkik Kurulu’nun elemanıydı. Eleman muvazzaf subay gibi daimi görevli değil. Bunlar ismen kaydedilmiş gerektiğinde kullanılmak üzere adamlar. Yerleri, hareket tarzları belli ve bütün bunlara bir takım kolaylıklar sağlanmış, bir takım haklar tanımışlar. Siyasiyse desteklenmiş, tüccarsa ihalede, kredi verilmede kolaylık sağlanmış ya da kanaat önderiyse bunların faaliyetlerine müsaade edilmiş falan gibi. Hatta 1980 yılında İzmir’de Sıkıyönetim Komutanı amiral Fetullah Gülen’i tutukluyor fakat daha sonra serbest bırakıyor.
Neden tutuklanıyor?
Sıkıyönetim kararlarına aykırı faaliyette bulunuyor diye. Çünkü arananlar listesinde ismi var. Büyük ihtimalle şikayet olmuştur. O zamanlar ben yüzbaşı olarak Bursa-İznik’te görevliydim. Orayla ilgili de bir sürü şikayet vardı. Yani bu Fetullahçıların insanları etkilediği, gemi azıya aldığı gibi şikayetler vardı. Ama bu şikayetlerin üzerini örttüler. Çünkü o zamanlar kullanıyorlardı bu adamları. Onun için herhangi bir şey söylemediler üzerine gitmediler.
Nasıl serbest bırakılıyor?
Fetullah Gülen’i bıraktırmak için önce Deniz Kuvvetleri Komutanı arıyor sonra Kara Kuvvetleri Komutanı telefon ediyor. En son Kenan Paşa’nın telefonundan sonra serbest bırakılıyor.
ABD’nin telkini de olabilir mi?
O da olabilir. Fetullah o zaman ABD’nin kontrolüne geçmiş ve telkin bir şekilde ABD büyükelçiliğinden olabilir tabii... Doğrudan Kenan Paşa’ya mı söylerler? Sanmıyorum belki de etrafındaki kişilere söylemişlerdir, onlar etkilemiş olabilir. Çünkü bir kanaat önderinin o zaman için önemi çok fazla. Özellikle 12 Eylül’ün belli bir aşamasından sonra, partilerin kapatılması ve alınan tedbirlerle ilgili Türkiye’de büyük bir tepki oluşmuştu. O tepkiyi azaltmak için de bunlar kullanılmış... Daha sonra gelenler de oy kaygısıyla kullanmışlar. Fetullah’ın bu kadar çok devlet içine sızmasının nedenlerinden bir tanesi her iktidar döneminde kullanılmaya elverişli olması ve her iktidar döneminde kullanıldığı içinde devlette çok kritik yerleri kapmasından kaynaklanıyor.
Devletin Fetullah’ın kim olduğunu bilmemesi mümkün değil yani?
Bu açık ve net devletin bilmemesi mümkün değil. Devlet dediğimiz zaman ben bürokrasiyi emniyeti, silahlı kuvvetleri de falan kastediyorum, oların hepsi biliyor bu adamın ne olduğunu. Siyasiler de biliyordu...
Odatv.com
İsmail Küçükkaya FETÖ Okullarını Överken !
Afrikanın en uzak ve en ücra köşelerinde bile türk okullarını görüyoruz,oradaki öğrencilerin durumunu yerinde inceliyoruz, devlet büyükleri ile oralara ziyaretler yapıyoruz. Gerçekten insanın ülkesi adına kendi dili adına gurur duyacağı etkinlik bunlar.
Fatih Altaylı-1: Bu soruşturmayı Zekeriya Öz’e verin(24.05.2011)
MHP’lilerin görüntülerini çekenleri bırakın, internet ortamına koyanlar bile nedense bir türlü “bulunamıyor”.
Şahıslarından vazgeçtim, bari bu haltı nereden karıştırdıkları bulunsa ona da razıyım.
Diyeceksiniz ki, “Deniz Baykal’ın görüntülerini servis edenler bulundu mu ki bunlar bulunsun”. Onda da siz haklısınız.
Ancak söylenenlere bakılırsa ikisini aynı odak yapıyormuş. Önce CHP’yi dizayn etmişler, şimdi MHP’yi dizayn ediyorlarmış.
İlginçtir, bu dizayn için birinde referandum arifesini bulmuşlardı, şimdi de seçim arifesini bulmuşlar................
Verin görevi Zekeriya Öz’e. Bakın nasıl bulup çıkarıyor. (haberturk)
Fatih Altaylı-2: Bu soruşturmayı Zekeriya Öz’e verin(24.05.2011)
**AKŞENER HAYSİYET CELLATLIĞI**(07.01.2001)
-Yıl 2001 Fetöye CIA Ajanı Diye Dgm Savcısı Nuh Mete Yüksel Tarafından Açılan Dava...
İçişleri eski Bakanı, DYP Kocaeli Milletvekili Meral Akşener de iddiaları "haysiyet cellatlığı" olarak değerlendirdi. Kendi bakanlığı döneminde devletin arşivlerine böyle bilgiler gelmediğini kaydeden Akşener,
"Bilgi ve belge olmadan konuşmak çok yanlış. Fethullah Hoca, yurt içi ve dışında birçok önemli hizmetlere öncülük etti. Suç unsuru olsaydı bu hizmetlerin önüne geçilirdi. Yok ki, hizmetler sürüyor. Belgesiz, mesnetsiz iddialar haysiyet cellatlığıdır." dedi. (zaman(vpn) habererk hurriyet cumhuriyet)
İlginç olan bu davadan 4 gün sonra Nuh Mete Yükselin Kasetinin çıkması...Fetö polisleri, hakimleri tutuklanırken Nuh Mete Yükselin bunları savunması...Aynı chp gibi 2008 f tipi yapılanma diyen kılıçdaroğlu sonrası ise tüm gücü ile fetöyü desteklemesi...
Emin Çölaşandan Fetöye Övgüler...Göya Bu Adamlar Atatürkçü Vatanseverler.
--MİT 1991+1996 FETÖ RAPORU İKTİDARDAKİLER NEDEN İŞLEM YAPMADILAR ACABA--
Duvar'dan İrfan Aktan'ın "Bülent Ecevit, Deniz Baykal gibi isimler olmasa, solun kaderi değişir miydi?" sorusunu yanıtlayan Livaneli, şu ifadeleri kullandı:
"Ecevit de, Baykal da partilerinin başına solcular belediyelerde, hükümette iktidar olamasın diye getirildiler. Solun başını bağlayan, yolunu şaşırtan insanlar bunlar. Ecevit, Fethullah Gülen teşkilatıyla yan yana geldi, onlara kontenjan verdi, her türlü olanağı sundu. FETÖ'yü devlete ilk yerleştiren Tayyip Erdoğan değil, Bülent Ecevit’tir. Uzun lafın kısası, Ecevit, Baykal gibi insanlar sol filan değil, soldan hoşlanmayan, tipik Türk milliyetçileridir."(Not: Asıl var eden Kasım Gülektir.)
(ensonhaber mynet t24 politikyol)
--FETÖ'NÜN EN SEVDİĞİ CHP GENEL SEKRETERİ KASIM GÜLEK--
--Fethullah Gülen'in Hayranı Olduğu CHP'linin Bilinmeyen Sırları--
Gülek, 1992’de Fethullah Gülen’i Pentagon Subayı olan baldızı Aylin Radomisli vasıtasıyla ABD Büyükelçisi Abramowitz ile tanıştırarak, dialog projelerine entegre ediyor...
Gülen’in 1998’deki Papa ziyaretini, Abromowitz organize ediyor, Gülen’in ABD’de kalması için "Green Kart"ına referans olan isimlerden biri de Abramowitz idi.
--Gülek, 19 Ocak 1996’da ABD’de hayatını kaybediyor ve cenaze namazını da bugün terör örgütü lideri olmaktan kırmızı bültenle aranan Fethullah Gülen kıldırıyor!
YÜKSELİŞE YOLCULUK...
Oskar Schindler isiml Twitter kullanıcısının aktardığı bilgilere göre; peki Çukurova'dan çıkan bir gencin yolu taa Papa ile Roma'da nasıl kesişebilmiştir?
Gelin birlikte bu yükseliş yolcuğuluğuna mercek tutalım;
Kasım Gülek Robert Kolej’de okurken babası Rıfat Gülek’in yakın arkadaşı Prof. Dr. Şemseddin Günaltay’dan dini eğitimini alıyor. Günaltay da CHP'yi dini bir minvale oturtma gayreti içinde olan, ayrı bir yazı konusu teşkil eden önemli bir şahsiyet...
Günaltay ile Demokrat Parti'ye karşı, dönemin CHP'si sürekli tavizler vererek dini açılımlara kalkışmıştı...
CHP MACERASI BAŞLIYOR
1928-1930 yılları arasında ise dünyayı yöneten derin ailelerden biri tabir edilen, Rockefeller Bursu'nu kazanarak, ABD Colombia Üniversitesi’nde iktisat alanında doktorasını tamamlıyor... Rockefeller Bursu'nun karşılıksız alındığını düşünenlere bir yorumumuz yok!
Türkiye'nin en zeki gençlerinden birisi olan Kasım Gülek böylelikle yabancı ellerde bir nevi devşiriliyor... Yetmiyor; 1930’da Rockefeller Bursu desteğini tekrar kazanarak, İngiltere Cambridge Üniversitesi “London School of Economics” ve Berlin Üniversitesi’nde Ekonomi alanında Hukuk Doktorası yapıyor (1930-1934).
1934’de Türkiye’ye dönen Kasım Gülek, Mustafa Kemal ile tanışıyor ve bizzat Mustafa Kemal’in isteğiyle CHP’ye üye oluyor. Böylece CHP macerası da başlıyor. 1936-1937’de Yedek Subay olarak askerlik görevini yerine getiriyor...
Artık karşımızda yüksek tahsilli, ayakları yere basan, yetişkin bir Kasım Gülek profili var...
Kasım Gülek askerlik dönüşü, Adana'da ticaret ve çiftçilikle uğraşan aile şirketi Gülek Limited Şirketinin Genel Müdürlüğü görevini de yürütüyor (1937-1940). Önümüzdeki yıllarda toprak reformu tartışmaları ve Demokrat Parti'nin sancılı doğuş sürecini düşünecek olursak, bu bilgiyi bir kenara yazmakta fayda var...
Gülek, 15 Mayıs 1940’da, vefat eden CHP Bilecik milletvekili Besim Ömer Akalın yerine yapılan seçimlerde, CHP milletvekili seçiliyor. 1942’de, CHP genel sekreteri Memduh Şevket Esendal’ın referansıyla CHP GİK üyesi yapılıyor...
Hızla basamakları çıkan Gülek, 1949’a geldiğimizde, AB’nin temeli olan Avrupa Konseyi Parlementer Asamblesi Başkan Yardımcılığı görevini yerine getiriyor (1949) Gülek, kısa süre sonra bu görevinden ayrılarak BM Kore Komisyonu Başkanlığı’na atanıyor (1949-1950). Bu görevindeki hizmetlerinden dolayı “Kore Üstün Hizmet Madalyası” almaya hak kazanıyor... Moon tarikatı bağlantısı açısından, Kore savaşı ile paralel yaşanan, aynı tarihlerdeki bu gelişme oldukça dikkat çekici...
22 Mayıs 1950 milletvekili seçimlerinde adaylığını koysa da seçilemiyor, ancak aynı yıl, görünmez bir elin desteği ile NATO Parlamenter Asamblesi üyeliğine seçiliyor...
Gülek, 28 Haziran 1950’deki CHP 7. Kurultayı'nda genel başkan İsmet İnönü’nün adayı olan Nihat Erim’e rağmen, CHP genel sekreteri seçiliyor. CHP parti kültüründe bu olay eşine pek rastlanmamış bir olaydır... Bu görevini 27 Eylül 1959 tarihine kadar da 9 yıl sürdürüyor.
22 Haziran 1953’te CHP 10. Kurultayında Gülek yeniden CHP genel sekreteri seçiliyor. Artık partide efaseneleşiyor, bir nevi ikinci adam İnönü'nün ardından, CHP'nin 2. adamı oluveriyor...CHP genel sekreteri olduğu dönemde (1950-59) sürekli memleket gezileri gerçekleştirmesinden dolayı parti içinde sıkça eleştiriliyor ve bu gezilerdeki konuşmalarından dolayı yasal takibata uğruyor... Sivri bir dile sahip ve çıkışlarıyla sürekli dikkatleri üzerine çekmeyi başarıyor...
Rahmetli Ecevit'in Tayyibe Gülek'e, DSP içinde önemli görevler verdiğini, anımsayınız... Ancak Gülek, CHP içindeki ideolojik bunalımdan rahatsız olarak ve Ortanın Solu hareketine tepki gösteriyor ve 12 Mayıs 1967’de CHP’den istifa ediyor! Sol ile pek bağdaşmadığı anlaşılıyor...
Papa 6. Paul ile 1 saat 15 dakika görüşen Gülek, kısa süre sonra Tarsus’ta Saint Paul Cemiyeti'nin kurulmasını sağlıyor... Bir nevi dinler arası diyalog startı, taa o dönemde veriliyor gibi.
Gülek, Vatikan ziyaretinden sonra Vatikan Nişanı kazanıyor ve bu nişan Kasım Gülek’in vefatından sonra kızı Tayyibe Gülek’e veriliyor...
Gülek, 1992’de Fethullah Gülen’i Pentagon Subayı olan baldızı Aylin Radomisli vasıtasıyla ABD Büyükelçisi Abramowitz ile tanıştırarak, dialog projelerine entegre ediyor...
Gülen’in 1998’deki Papa ziyaretini, Abromowitz organize ediyor, Gülen’in ABD’de kalması için "Green Kart"ına referans olan isimlerden biri de Abramowitz idi.
Gülek, 19 Ocak 1996’da ABD’de hayatını kaybediyor ve cenaze namazını da bugün terör örgütü lideri olmaktan kırmızı bültenle aranan Fethullah Gülen kıldırıyor!
--Fethullah Gülen'in En sevdiği CHP'linin Evi Yıkılıyor--
Odatv, bir dönem CHP'nin ünlü genel sekreteri olan Kasım Gülek'in köşkünün müteahhide verildiğini haberleştirmişti. Köşkün bu hafta yıkımı resmen başladı.
CHP'nin İslamcılaşmasında ve sağa kaymasında önemli roller üstlenen Gülek, 1996 yılında ölmüştü. Gülek'in Ankara Bahçelievler'de bir evi bulunuyordu.
--GÜLEN'İN AKIL HOCASIYDI--
Kasım Gülek'in bir diğer özelliği ise, Fethullah Gülen'e çok yakın bir isim olmasıydı. Gülek, Gülen'in en sevdiği CHP'liydi. FETÖ’nün açıkça ifade ettiği gibi, Gülek, Gülen'in 2 büyük hocasından biriydi... (odatv)
Tedavi edilmekte olduğu ABD'de 91 yaşında hayata veda eden Türk politikasının efsanevi ismi Kasım Gülek için dün yıllarca görev yaptığı Meclis'te görkemli bir tören düzenlendi.
Amerika'da hayatını kaybeden CHP eski genel sekreterlerinden Kasım Gülek'in vasiyetini Fethullah Gülen yerine getirdi. Cenaze namazını Fethullah Gülen kıldırdı.
Soğuk havaya karşın dostları Gülek'i son yolculuğunda yalnız bırakmadılar. Törene gelenler arasında Gülek'le yıllarca siyaset arenasında mücadele etmiş Osman Bölükbüşı, Alparslan Türkeş gibi isimler de dikkati çekti. Törene, DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Meclis Geçici Başkanı Süleyman Arif Emre, Meclis eski Başkanı İsmet Sezgin ile Mümtaz Soysal, Emre Gönensay, Bekir Sami Daçe, Ali Talip Özdemir, Ali Topuz, Adnan Keskin, Abdülkadir Aksu, Uluç Gürkan, İmren Aykut, Kaya Erdem, Saffet Arıkan Bedük, Halit Dağlı, Ali Dinçer, Nahit Menteşe, Mehmet Ağar, Turhan Güven, Timurçin Savaş ve Aydın Menderes de katıldı.
Törene bastonuna dayanarak gelen kurt politikacı Osman Bölükbaşı, "O çok iyi bir politikacıydı. Benim de yakın dostumdu. Günlerdir anıların ablukası altındayım" dedi.
Meclis'te yapılan törenden sonra Gülek'in cenazesi namaz için Kocatepe Camii'ne getirildi. Cenaze namazına çok sayıda politikacı ile siyasi katıldı.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan ve Fethullah Gülen erken gelerek öğle namazını da kıldılar. Gülek'in cenazesi Kocatepe Camii'nde kılınan namazın ardından Adana'ya götürüldü. Gülek, bugün aile mezarlığında toprağa verilecek.
--Fetö İle Görüşen Vehbi Koç Ve Mustafa Koç--
Gülen grubunun gazeteleri Zaman ve Bugün, 2010 KPSS soruşturmasını 'hukuksuz' olarak göstermeye çalışırken, kopyayı aleni şekilde itiraf edip, suç ve cezası olmadığı gerekçesinin arkasına sığındılar.
Paralel medyadan itiraf gibi haber... KPSS sınav sorularının çalındığını ve toplu olarak kopya çekildiğini itiraf eden gazete yasalara göre bunun bir suç olmadığını iddia etti ve bunu büyük bir pişkinlikle "KPSS kumpası hukuken çöktü" başlığıyla duyurdu. Suç işlemekten ve bunu itiraf etmekten korkmayan Paralel örgüt, Bugün'ün haberiyle kendi üyelerini bile şaşırttı. Bugün'ün bu itirafı sosyal medyada Paralel örgüt üyelerinin de eleştiri konusu oldu.
"KPSS kumpası çöktü" başlığıyla verilen haberde, "Ceza Hukukçusu Prof. Dr. Ersan Şen, KPSS soruşturması dosyasına 22 sayfalık mütalaa sundu. Soruşturmada algı için ortaya atılan iddiaları tek tek irdeleyen Prof. Dr. Şen, kumpasa gerekçe gösterilen 'toplu kopya çekme' eyleminin 2010'da Türk Ceza Kanunu'nda suç sayılmadığını, 2011'den itibaren suç sayıldığının altını çizdi. Şen, söz konusu olay için 'hırsızlık' veya 'evrakta sahtecilik' suçlarının da ortaya çıkamayacağını ifade etti" sözlerine yer verildi.
Haberde yer alan ifadelerle kopyayı aleni şekilde itiraf ederek, suç ve cezası olmadığı gerekçesinin arkasına sığındılar.
--İsmail Saymaz Hakkında Fetöcüler 70 Yıl Hapis İstememiş!...Dün Ne Kadar Söven Varsa Şimdi Yalama Yarışına Girmişler...Sonra Daha Düne Kadar Ak Parti Fetö ile Kolkolaydı Diyorlar...
Fetönün Chp Genel Başkanı Hikmet Çetini Evinde Ziyaret Etmesi, Hikmet Çetinin Yabancı Ülkelerdeki Fetö Okullarına Nasıl Destek olduğunu Anlatması
İster sağ merkezle ister sol merkezle nekadar parti varsa bu parti liderlerinin hepsi ile önde gelen ana kadro ile çok iyi geçiniriz.
Bugün meclis başkanı chpden hikmet çetin bey, asyadaki pek çok okullarda referans verdi, özbekistanla problem çıktığında araya girdi islam kerimovla telefonla görüştü problemleri çözmeye çalıştı.Bayramda ben kendisini ziyarete gittim,o bir başka zaman başka bir yerde ziyarete geldi görüştük.
Herkesle çok iyi geçiniriz bürokratlarla münasebetlerimiz çok iyidir, her çevredeki bürokratla münasebetlerimiz çok iyidir....
CHP Genel Başkanı Hikmet Çetin'le buluşma - 11.05.1995
2004 Ocak ayında NATO’nun Afganistan’daki Kıdemli Sivil Temsilcisi görevini üstlenen Hikmet Çetin, 18 Şubat 1995 - 9 Eylül 1995 tarihleri arasında CHP’nin genel başkanlığı görevini yürütür. Terör örgütü FETÖ’nün büyücü ve hipnozcu elebaşısı, 1995 yılı Kurban Bayramı’nın ikinci günü CHP Genel Başkanı mason Hikmet Çetin’i ziyaret eder. Eleştiriler üzerine Çetin “İşte bütün bunlar partiyi böyle küçülttüler. Gülen ile görüşmede ters olan nedir anlamıyorum. Evime gelen herkesle görüşürüm. Yine gelse yine görüşürüm” der. Bu görüşme ve savunma da CHP-FETÖ irtibat karnesine kaydedilir. Resim bu buluşmanın ilk olmadığını gösteriyor.
Çetin, 1995'te Başbakan Yardımcısı olarak, Bilderberg Türkiye Temsilcisi Selahattin Beyazıt ve Yeni Demokrasi Hareketinin lideri Cem Boyner ile .Davas'taki Bilderberg toplantısına ilk defa katılmış, Beyazıt'm önerisiyle Bilderberg üyesi yapılmıştır.
Hikmet Çetin, Bilderberg (Türkiye) üyesidir
Nazlı Ilıcak, Yaşar Nuri ÖZtürk, Demirel...Fetönün Düzünlemiş Olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı
Yıl 1997 FETÖ’ye ait Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından düzenlenen toplantıda konuşan Nazlı Ilıcak, “Sayın Demirel’in bu toplantıya teşrifini bir çirkinliği, bir hatayı düzeltme gayreti olarak görüyorum. Bazı mahfillerde Fethullah Gülen hocanın başını çektiği hizmet hakkında maalesef bazı incitici sözler söylenmektedir. Ankara’da ileri geri konuşanlara bir cevap mahiyetindedir” ifadelerini kullanmıştı.
Çevik Bir: Fetö İle Mücadelede Karadayı Bizi Yalnız Bıraktı.
28 Şubat Darbe Davası duruşmasında emekli Orgeneral Çetin Doğan, ‘kumpasçılar’ın halen Genelkurmay içinde olduğunu iddia etti. Çevik Bir de “FETO’nun tehdit olduğunu ilk kez Genelkurmay tespit etmişti. Genelkurmay Başkanı’mız (İsmail Hakkı Karadayı) bizi yalnız bıraktı”
Dönemin Genelkurmayı Karadayı, 1995 yılında Gülen örgütünün üst düzey yöneticilerini ağırlayarak, Gülen’in adamlarına plaket vermişti.
İSMET İNÖNÜDEN SONRA 8 YIL CHP GENEL BAŞKANLIĞI YAPAN ECEVİTİN FETÖ DESTEKLERİ
Ecevit-1-Mesut Yılmaz "Cemaat'in Üzerine Giderseniz Ecevit Hükümeti Yıkar" Demiş
1998'de Başbakan Mesut Yılmaz, Cemaatçilere yönelik çalışma için izin isteyen Ankara Emniyet Müdürü Saral'a 'Sakın ha! Ecevit bu Cemaat'e meftûndur, duyarsa hükümeti yıkar' demiş.
CNN Türk'te yayımlanan programa telefonla katılan eski Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral, görev yaptığı dönemde devlet içindeki Cemaat kadrolarına yönelik bir çalışma yapmak istediğini anlattı....
Ecevit MGK'da Gülen'i savundu
(haberler.com vatan cnnturk video
"SAKIN HA!"
Saral bu çalışma için izin almak amacıyla 1998 yılı Eylül ayında dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz ile görüştüğünü ancak Yılmaz'ın kendisine "Sakın ha! Ecevit bu Cemaat'e meftûndur, böyle bir çalışma yaptığınızı duyarsa hükümeti yıkar" dediğini söyledi.
Saral'ın Yılmaz'ın ağzından aktardığı 'meftûn' kelimesi; gönül vermiş, tutkun anlamına geliyor.
1999'DA RAPOR HAZIRLADI
Bu görüşmenin gerçekleştiği dönemde Mesut Yılmaz'ın Başbakan, Ecevit'in Başbakan Yardımcısı olduğu ANASOL-D hükümeti görevdeydi. 25 Kasım 1998'de bu koalisyon hükümeti istifa etti. Saral, hükümetin istifasının ardından 1999 yılında, kendisine yakın polis müdürleriyle birlikte Cemaat hakkında bir rapor hazırladı.
"Fethullah Gülen ve Işık Tarikatı" adlı raporda Cevdet Saral dışında, hâlihazırda Zonguldak Emniyet Müdürü olan Osman Ak ve Emniyet Başmüfettişleri Zafer Aktaş ile Ersal Dalman'ın imzaları bulunuyor.
Ecevit MGK'da Gülen'i savundu
Mart 1998 yılında yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit'ten Fetullah Gülen ile ilgili gündemi sarsan bir çıkış gelmişti.
MGK'da, Gülen'in orduya sızma girişiminden ve çeşitli faaliyetlerinden rahatsızlık duyduklarını söyleyen komutanlara Başbakan Yardımcısı Ecevit karşı çıkmıştı.
Ecevit, ''Siz, Gülen'in geçmişinden yola çıkarak bu kanıya varıyorsunuz. Kendisini tanısanız bunları söylemezdiniz. İnsanlar değişip gelişebilir'' demişti.
Gülen: Ecevit'ten şefaatçi olacağım
Mart 1999 yılında Gülen'e açılan bir soruşturma sonrası Bülent Ecevit, Gülen'i aramış ve şöyle demişti:
"Sağlığınız çok önemli... Sizinle ilgili böyle bir soruşturma olsa haberimiz olurdu... Lütfen tedavinizi aksatmayın ve Amerika'ya gidin..."
Gülen 2007 yılında Amerika'da kaldığı evdeki bir öğlen yemeğinde Bülent Ecevit hakkında ise şunları söylemişti:
"Ecevit hayatı boyunca oruç tutmadı. Namaz kılmadı ama inancı sağlamdı. Sosyal demokrat bir zeminde doğdu ve İsmet İnönü'ye ortanın solu dedirtti. Okullara çok sahip çıktı. İşin büyüklüğünü sezmişti. Önüne bir dosya getirildiğinde elinin tersiyle itti. Eğer ahirette Allah bana şefaat etme imkanı verirse, bunu ilk önce Ecevit için kullanırım."
İşte “28 Şubat mağdurları” başlıklı o yazı:
“28 Şubat süreci bazı kesimleri dümdüz ezen, bazı kesimleri ise ezmiş gözüküp ihya eden bir post modern darbe olma özelliği taşıyordu. Birçok mütedeyyin kişi ve grup bu süreçten çok ciddi derecede mağdur olarak çıktı.
Zaman gazetesi yazarı ve Fethullah Hoca’nın adeta sağ kolu olan Hüseyin Gülerce bir internet sitesine verdiği mülakatta şöyle diyor: “Biz 28 Şubat sürecini yaşadık. Ben o dönem Zaman gazetesinin genel müdürüydüm. 1995’ten 1999’a kadar yayından matbaaya, her türlü idarenin başındaki insandım. Tankla tüfekle bir camianın üzerine gelindiği bir dönemden bahsediyoruz. Peki, onun gazetesini, okullarını da didik didik etmezler miydi? Bakınız o dönemde Ankara’daki Samanyolu Koleji’ne altı ayda 80 defa müfettiş gitti. Öğrenciler, “Derslerde öğretmenlerimizden çok müfettiş görüyoruz” dediler. Veliler, “Çocuklarımız adam akıllı eğitim alamayacak mı?” diyerek isyan etti ve arkadaşlarımız rahmetli Ecevit’e şikâyete gittiler. Ve Ecevit inanamadı. Milli Eğitim Bakanı arayıp teyit edince şaşırdı.”
Hocaefendinin Ankara’daki kolejine 80 defa müfettiş gitmiş! Ama Başbakan Ecevit’in haberi yokmuş. Haberdar olunca tabi her şey süt liman olmuş.
Aynı dönemde Haydar Baş’a sempati duyanların kolejlerine de baskınlar yapıldı. Bu baskınlar “teftiş amaçlı” değil, kapatma amaçlıydı. Başbakan Ecevit “Fethullah Gülen’in okullarına dokunmayın talimatını verirken “Haydar Baş’ınkileri kapatın” diye dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’a talimat gönderiyordu.
Bunun üzerine İstanbul Bahçelievler ve Maltepe’deki 3 koleje kapatılma emri gitti. Birinin gerekçesi yanındaki camiden gelen ezan sesi idi. Diğerinde ‘merdiven genişliğinin 5 santimetre daha küçük olması!’ gerekçe gösteriliyordu (okul 7 yıllıktı ve o güne kadar bütün denetimlerden başarı ile geçmişti!), bir diğerinde masanın üzerinden Yeni Mesaj gazetesinin bulunması kapatılma sebepleri arasında yer alıyordu. Gelen müfettişlerden daha sonra öğrendik ki “amaç denetim değil, okulların kapatılması idi.”
Ve kapatıldılar.
Hem de eğitim sezonunun tam ortasında. 28 Şubatçılar neyin intikamını alıyorlardı bilinmez taptaze çocukları, pırıl pırıl öğretmenleri okulsuz bırakmışlardı.
Fethullah Gülen’e dokunmayın diyen Ecevit’in “Haydar Baş’a dokunun” diye verdiği talimat çok sert bir şekilde yerine getirilmişti.
Ama ne gariptir bu baskınların mağduru olan Haydar Baş ve sempatizanları “28 Şubatçı ve askerci” ilan edilmiş, ama 28 Şubat’ın hiçbir kurumuna dokunmadığı Fethullah Gülen ise 28 Şubat mağduru olmuştu.
Keşke o süreçte hiç kimse zarar görmese idi.
Keşke o süreçte hiçbir Müslüman mağdur edilmese idi.
Ama gerçek mağdurlar çamur atıp sahte kahramanlar yaratma peşinde olanlar en azından kul hakkını düşünmek zorundadırlar.”
Odatv.com
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin VI. Dönem (2000-2002) Genel Başkanıydım. Bülent Ecevit Başbakan idi.
Sn. Ecevit’in Fetullah Gülen ve onun okulları hakkındaki övgü dolu sözleri bizi çok rahatsız ediyordu. Şöyle düşünüyorduk; Ecevit Gülen’i tanımıyor. Ah bir tanısa, bu düşüncesinden vazgeçecek. Öyleyse Gülen’in kitaplarını toplayalım, hediye paketi yapalım, gidip DSP’nin Genel Merkezi’nde kendisine verelim. Okursa bu kitapları Gülen’in ne denli bir Cumhuriyet, laiklik, ordu ve Atatürk düşmanı olduğunu anlar, dolayısıyla bu övgülerinden vazgeçer…(odatv)
Kitapları satın aldık, siyah ciltlerle paketledik. Ecevit’ten randevu istedik. Yanıt alamadık. Bizde 17 kişiden oluşan GYK üyelerimizle birlikte 31 Mart 2000 tarihinde DSP Genel Merkezi’ne gittik. “Sn. Gn. Başkanımız burada değil” dediler. Polis önümüze dikildi. “Giremezsiniz” dedi. Zar zor girdik. DSP Grup Başkan Vekili Ankara Milletvekili Aydın Tümen’e; Ecevit’e iletilmek üzere kitapları teslim ettik. Amacımızı da anlattık.
Çıkışta gazeteciler bekliyordu. Onlara da durumu anlattık. Hizbullah vahşeti ve İBDA-C hareketinin, fikri altyapısını Gülen’in düşünceleri oluşturuyor. Ecevit de bunun farkında değil dedik.
Tüm bunlar ekranlara ve gazete sayfalarına yansıyınca, ABD’de bulunan Gülen, Avukatı Hasan Günaydın aracılığı ile İstanbul Bağcılar Asliye Hukuk Mahkemesi’nde (Dosya No: 2000/963) “kişilik haklarına halel geldiği” iddasıyla beş milyar lira manevi tazminat talebiyle dava açtı.
GÜLEN'İN YAZILARINDAN ÖRNEKLER SUNDUK
21.09.2000 tarihindeki duruşmada; bu bir düşünce ve kanaat açıklamaktır. Yöneticileri ve kamuoyunu aydınlatma ve uyarmadır diyerek Gülen’in kimi yazıları ve vaazlarından örnekler sunduk. Bu örneklerin kimileri şöyle:
“Hiç şüpheniz olmasın… bizim durumumuz da şu anda artık doğumu yaklaşmış bir cenin gibi kabul edilebilir. Evet, bir millet, bugün olmasa yarın mutlaka sorumsuz insanların elinden dünya idaresini almak zorundadır.” (F.G, Fasıldan Fasıla – 1, S. 112).
“Milletçe, bir yeniden derleniş – toparlanış humması yaşıyoruz. Bir muhalif rüzgar esmezse, önümüzdeki yıllar bizim “varoluş yıllarımız” sayılabilir. (F.G., Yeşeren Düşünceler: Çağ ve Nesil-6, s. 19).
“Artık müminler, kılıçlarıyla cihad etmeye mecburdurlar….” (F.G. Asrın Getirdiği Tereddütler-3, s. 203-204).
“Mesela ben öyle bir demokrasi arzuluyorum ki, … benim kabir sonrası hayatımla ilgili problemlerimi de çözsün isterim.” (Yeni yüzyıl, 22 Temmuz 1997, F.G. ile Newyork sohbeti, Nevval Sevindi).
“Akla dayananlar ise kulelerle semaye yükselme hamakatinde (ahmaklığında) bulunan Firavun gibi Firavun olur” (F.G., Fasıldan Fasıla-2 s. 214) derken kastettiği kişinin Atatürk olduğunu; “ifritten bir dönem” derken de kastettiği dönemin Atatürk Dönemi olduğunu bilerek hareket eden bir zattır.
“Her doğruya her zaman söylemek doğru değildir… henüz mevsimi değilse o doğruları öldürmeyelim derim”. (Nevval Sevindi söyleşisi).
“Halbuki, gündem belirlemek ve hadiselerin nabzını elde tutabilmek için, devamlı fikir ve düşünce üreten bir “beyin kadro” ve bu düşünceleri pratiğe dökülebilecek “dinamik insanlara” ihtiyaç vardır. Tabii bütün bunlar plan ve program gerektiren işlerdir”. (F.G. Fasıldan Fasıla-2, s.118).
“Evet, bugün insanlık yeni bir kurtuluş bekliyor. Öyle anlaşılıyor ki, dünya çapındaki bu büyük işi gerçekleştirecek yegane güç de çağımızda Hakk rahmetinin temsilcileri sayılan peygamber vasıflarıyla serfiraz bu altın nesil olacaktır”. (F.G. Zamanın Altın Bilimi: Çağ ve Nesil-4, s. 127.)
Daha yüzlerce örnekten de anlaşılabileceği gibi dedik Asliye Hukuk Hakimi’ne; “Bu Altın Nesil’i yetiştirmek için IŞIK EVLERİ’nde IŞIK ERLERİ”’ni yetiştirerek devletin kilit noktalarına yerleştirerek, sonuçta zirveyi işgal etmeyi amaçlamaktadır.
Dedik ama sonuçta bir milyar lira manevi tazminat ödemeye mahkum edildim.
Duruşma sonrası adliye önünde bekleyen basın çalışanlarına bir açıklama yaptım. Sözün özü şuydu: Fetullah Gülen’i bugün burada duruşma salonunda aramızda görmek isterdik. Eğer kendisi Humeyni’nin Paris’ten İran’a dönüşü gibi bir dönüş düşlemiyorsa gelip suçlamalarını bizzat yöneltsin isterdik.
Polis hemen müdahale etti. Bağcılar Emniyet Amirliğinde gözaltı uygulaması yapıldı. Bağcılar 2. Asliye Ceza Mahkemesinde ön yöneticimiz hakkında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri yasasına muhalefetten dava açıldı.
15 TEMMUZ KALKIŞMASI 17 YIL ÖNCE DE BİLİNİYORDU
Tüm bunları şunun için anlattım. 15 Temmuz kalkışması ve olası gelişmeler 17 yıl önceden de biliniyordu. Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde Devletin İstihbarat raporlarına istinaden Terörle Mücadele yasasının 7. Maddesine muhalefetten açılan (2000/124) dava “Fetullah Gülen Örgütü” hakkındadır.
AKP tüm bunları bile bile yol arkadaşlığı yaptı. Ortak menzile aynı yağmurda beraber ıslanarak yürüdü. Fetullah Gülen’e "Feto" diyen Adıyaman’ın Gerger İlçesinde yayımlanan Fırat Gazetesinin sahibi Hacı Boğatekin’e AKP’nin Savcısı Sadullah Ovacıklı, “Hocadan özür dile yoksa seni yakarım” dedi. (Cumhuriyet Gazetesi 13 Ocak 2008) Uğur Mumcu ise yıllar önce katledilişinden iki gün önce (22 Ocak 1993) Cumhuriyetteki yazısının başlığına “İmam-Subay” diye yazmıştı.
Milliyet Gazetesinden Mehmet Gündem Pensilvanya’ya giderek, 11 gün süren Gülen söyleşilerini 8 Ocak 2005 tarihinden başlayarak yayınladı. Bu uzun söyleşinin kimi bölümlerini bugün anımsamakta fayda var.
Gündem, Brüksel’de yapılan AB-Türkiye görüşmelerini ve bu zirvede Türkiye tarafının masayı terk etmesini anımsatarak sorması üzerine Gülen yanıt veriyor: “Orada Tayyip Bey de, Abdullah Bey de bayrağımızı bir kutsal varlık olarak yerden kaldırdılar. Bir de öpselerdi onu, tozunu üfleselerdi….Abdullah bey öptü ve cebine koydu.”
“Ordu ve asker. Bu kavramlara saygılı bir tavrınız var. Bu nereden kaynaklanıyor?” sorusuna yanıtı şöyle: “Osmanlılar asker bir millettir. Hatta militarizm denmiştir. Askerde başlıyor, askerde bitiyor. Hiçbir zaman sivil teşebbüslerin önü alınmamış, engellenmemiş, baltalanmamış bizdeki biraz mukaddestir. Bediüzzaman “Bayraktar” diyor. Malik bin Nebi de Alem-i İslam’ın şimalinde eğer Türk milleti olmasaydı bugün İslam dünyası yoktu” diyor. Bu bir yönüyle atı, silahı, kalkanıyla kahraman askerler sayesinde olmuştur. Dolayısıyla meseleye, bir ruh olarak, mana olarak, bir şahs-ı manevi olarak bakıyoruz ve ona saygı duyuyoruz…. Askeriyedeki insanlar birer şehit namzelidir. Pek çoğu itibariyle gazidirler”
Şimdi burada Gazeteci Mehmet Gündem 15 Temmuz gününe bakarak; bugün sorsa Fetullah Gülen’e kim gazi kim şehit?... Savaş uçaklarından bomba yağdıranlar mı? Alnından vurulanlar mı?, hangisi hain, hangisi gazi?...
Merakımızda haklı değil miyiz.
Ya da Abbullah Bey’le Tayyip Bey hakkında bugün ne düşünüyor?.... Hele de Tayyip Bey, ülkede hiçbir muhalif bırakmamacasına eline bir OHAL sopası almışken…
Gündem’in iki kritik sorusu da şunlar: “Ordu içinde sizi sevenler var mıdır” ve “Emniyet ve Silahlı Kuvvetler’de örgütlenme var mı yok mu?”
Gülen’in yanıtları şöyle: “Bazı kimseler beni sevebilirler, bir şey diyemiyorum. Bir kere biri anlatmıştı. Emekli olmuş, bir yerde karşılaştık. “Ben sizin vaazlarınızı dinliyorum. Pek çok astıma ve üstüme de dinlettim” zannediyorum camiye de konferanslara da gelip dinleyenler olmuştur her meslekten. Türkiye’de dinlemeyen çok azdır… büyütmek için falancı denmesi yetiyor. Ordudur askerdir, komutanlarına bağlıdırlar. Bunların içinde falancıfilancı olmaz. Ben burada dururken nasıl örgütleniyorum, nasıl yapıyorum bilmiyorum. Bunu kendilerinin araştırmaları lazım. Kim o örgüt üyeleri? Bulsunlar çıkarsınlar. Bir ara “Emniyette örgütlenme” diye verilen bir liste vardı. Sonra her biri farklı, birbirine zıt dünya görüşlerine sahip insanlar oldukları görüldü. Orduya gelince, orada nasıl örgütleneceksin ki? Diyelim, o insanlar ordunun içindeler. Başlarında subaylar, cumhuriyetin, laikliğin, demokrasinin temsilcisi insanlar var. Öyle bir örgütlenmeye meydan ve fırsat vermezler. Kafalarında, duygularında, düşüncelerinde bu tür şeylerin gelişmesine meydan vermezler. İşin doğrusu bunu anlamada zorluk çekiyorum.”
ÇOCUKLARINIZI NEDEN ÜNİVERSİTEYE, ASKERİYEYE KOYMUYORSUNUZ
Bu uzun söyleşiden aktarmak istediğim son soru: “Çevrenize, “şu okulları ele geçirelim” diye hiç telkinde bulundunuz mu?”
Yanıtı; Gülen-ordu ilişkilerini, yukarıdaki düşüncelerini çürütür içerikte: “Bir dönemde, umuma açık olarak, cami kürsüsünde söylediğim bir şey var. Dedim ki; niye sadece Kuran Kursu diyorsunuz. İmam hatiplere çocuklarınızı koymuyorsunuz. Bir gün geldi, şöyle dedim: çocuklarınızı niye sadece İmam Hatiplere veriyorsunuz? Neden başka liselere de göndermiyorsunuz? Neden Üniversiteye, askeriyeye koymuyorsunuz. Dedim bunları, açıktan açığa söyledim.”
Uğur Mumcu tüm bu yaşayacaklarımızı biliyordu. Bunun için katledildi. Katledilişinden iki gün önce (22 Ocak 1993) Cumhuriyet Gazetesindeki köşe yazasının başlığı “İmam-Subay!” idi. Yazısına şöyle başlıyordu Mumcu: “TBMM Milli Eğitim Komisyonu, harp okullarına giriş koşullarını düzenleyen yasa tasarısını görüşürken verilen bir değişiklik önergesi ile İmam-Hatip okullarını bitirenlerin harp okullarına girişlerine engel olan madde değiştirilmiş… İmam-Hatip Liselerini bitirenler neden İlahiyat Fakülteleri ve İslam Enstitülerine gitmiyorlar da ille de Kaymakam, Vali, Savcı, Yargıç ve Subaya olmak istiyorlar?”
SUBAYLAR İMAM DEĞİL, İMAMLAR SUBAY OLDU
Ve Mumcu o günden bir veri paylaşıyor “Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki toplam personel sayısı bugün 70 bini aştı. Bu 70 bin 99 personelin ancak 39 bin 907’si İmam-hatip liseleri çıkışlıdır.”
Türkiye 15 Temmuz’a göz göre göre, bile bile geldi, getirildi. Subaylar imam değil imamlar subay oldu. Atatürk’ten, Cumhuriyetten, Laiklikten, demokrasiden intikam alınıyor. Şeriatçılar arasındaki kavga döndü dolaştı Cumhuriyet Gazetesine dek yöneldiyse, varın seyreyleyin sonunu?...
Bu gidişe karşı direnmek, meşru bir haktır! Gün; temel hak ve özgürlükleri,bilimsel düşünceyi, laikliği ve çoğulcu demokrasiyi savunma günüdür.
Ali Balkız-Odatv.com